Kapı dışarı edilirsem ki sıkar biraz gerçi bu ama kapı dışarı olmaya teşvik edilirsem inanın ki edeni, edilmemi isteteni ona yardım edeni, ilhamlarımı aydan aya eksilteni, üzerime geleni, gelmeyip, yandan yandan süzeni hep bir elden yakar da giderim bu yerden.
Doğduğuna pişman eder de giderim seni inan! Öyle bir çıkarır da giderim ki kokunu senin bütün aleme, bir daha ekmek yiğemezsin inan!
eğer kapı dışarı edilirsem ki sıkar biraz gerçi bu ama, kapı dışarı olmaya teşvik bile edilirsem kendime değil sana kötülük yapmış olurum inan! öyle bir sinerim ki üzerine bir türlü o kokarca etkisini yok edemezsin kokarsın leş gibi komşu köylere gider pis dumanın. adın ayyuka çıkar da dayanamazsın inan!
hele bir kapı dışarı olmaya teşvik edilirsem, yandın babam yandın!..
Birikmiş kinimi, acılarımı şehvetimi, hiddetimi bıraktım çıksınlar diye dışarı. aldım bir tabak önüme, çöktüm dizlerimin üzerine, alnımın tam ortasında kırmızı bir gözle, haykırdım en yükseğe izin vermedim gözyaşlarıma ve hepsini kana çevirdim akıttım bileklerimden önümdeki tabağa!
siyah bir kan birikti kokusu, tadı dayanılmaz. önce kendim içtim... dudaklarımın kenarları kanlandı. üzerim başım kanlandı.
bir CHE purosu yaktım. daha ateşi körüklemeden tabağa batırdım; kanlandı tütünüm kanlandı dumanım, nefesim.
ve o kini, nefreti, şehveti birikmiş öcümü şimdi her tarafa, bütün dünyaya, şerefsizlere, kaygısızlara yalancılara vampirlere doğru üflüyorum.
Fonda ise hala İmparator çalıyor!.. bu tabağa bana bana puro mu dayanır?!
Ezilirken altındakiler ve sen; tamamen onları kendine temel ederek yükselmeye çalışırken bu koca, çarpık binanın nasıl ayakta kalmasını beklersin!?
Cepheyi süslerken alabildiğine çatıyı en pahalı malzemeden yaparak ve temellerdeki demirlerden keserek, habire yeni kat çıkarak en tepede o gölgelikli terasında elinde kokteylin, karşında havuzun, aşağıdakilere bakıp nağralar atarak gözdağları vererek elinde kırbaç gönlünde yangınlar daha ne kadar rahat edebilirsin?!
Sarsıntılardan kırılmaya başladığında vitrinlerin, cephede çatlaklar belirdiğinde, etraftakiler binanın sallandığını gördüğünde ve o son alarm verildiğinde ta en tepedeyken sen; son 3 dakikada binan yıkılmadan aşağı doğru nasıl koşacaksın?!..
Ezilirken altındakiler, ve sen; tamamen temeldekileri kendine basamak etmişken, tahliye ettiğinde bütün alttakiler binanı yanıp, kül olmadan bütün servetin nasıl kaçacaksın?!
Sakın ama sakın ellerim insanlığım ezildiği için titrerken alnımdan damla damla terler sızarken, gözlerim yuvalarından fırlayacak gibiyken, vahşi bir köpek gibi nereye saldıracağımı bilemezken ben karşıma çıkma!
ve hele bir de sebep senken sakın ola ki karşıma çıkma, bana dik dik bakma yumuşak yol bile arama çünkü çoktan kara listedesin.
kendini aldatma yalancı gül yüzüne yazık etme vampirlik misyonunu sonlandırma bu kadar erken!..
sakın ama sakın insanlığımı ezen senken; beyin damarlarım uyuştuğunda, hiddetimin adresi kesin belliyken, hedef 12'nin etrafında geziniyorken şiddet oklarım, şaşma olasılığı kalmamışken vahşetimin öcümün, kinimin karşısına çıkma önümde dikilme ve benden hayırlar umma!
En bilge geçineninden, en materyalistine, en zeki geçineninden, en gerzeğine, safına, kendini öğretmen sanandan, öğrenciliğin çömezliğindekine, şairinden, yazarına, taşlamacasına herkes ucundan çaktırmadan yanaşmaya çalışıyor hep... neye?! tabii ki "para"ya!..
"Parada gram gözüm yok,amaç dostluk yürüsün" diyeninden, "ben profesyonelim, ama bilgiliyim" diyenine, "İhtiyacım mı var ki? takılıyorum işte, zaman geçsin" diyeninden, sahte kibar gülümseyip, yanınıza arkadaşça sokulanına,
"dünyayı gördüm artık gözüm yok bu ülkede" diyeninden, kenar mahallede 2 ekmek peşinde koşanına herkes ucundan çaktırmadan yanaşmaya çalışıyor hep... neye?! tabii ki "para"ya!..
Külahıma anlatsın bugünün insanı maneviyatını, mertliğini, delikanlılığını; iman yerini paraya bıraktı, göç etti, gitti dünyadan. Çoktan dürüldü defteri insanın ve hamuru parayla yoğruldu, anneler topak topak para doğurur oldu!..
en temiz doğanından, en bıçkınına, muhallebi çocuğu geçineninden, en pisine kim ne derse desin gelsin külahıma anlatsın! herkes artık neyin peşinde?! tabii ki "para"nın!..
Ne yap yap ama ne yap yap; sakın moralinin tümünü, hayatının rotasını, sana yukarıdan vuran ışıkları doğrudan işine-gücüne başkalarına, 'onlar'a bağlama!
bugün sana döner yüzleri sana güler yalancı dudakları, yarın işlerine gelmez, diğerine çevirirler bakışlarını. dayanağın kalmaz bir anda bulunduğun yere çökersin, gelip de 'geçmiş olsun' diyenin olmaz.
moral kurgunu kendin yap, senaryo senden çıksın kimseninkine benzemesin.
Sporla bedenini inşa et, kutsa onu ki; o da seni dünyaya sağlam bastırsın.
Düşünceni geliştir sıfır noktasına sığın çoğu zaman, küçülmeyi bil ve ruhunu besle, onure et ki, o da seni sonsuza taşısın. bu pislik yol boyunca yanında dursun.
yeteneklerini de geliştir 'onlar'ın dilinden konuş sık sık, iş raconlarını tanı ki; turist gibi kalmayasın sistemleri içinde. devredışı bırakılmayasın piçler gibi.
bu 3 kapsül yol boyunca senin panzehirin olsun sakın bırakma bunları ve ne yap yap sakın moralinin tümünü, hayatının rotasını, sana yukarıdan vuran ışıkları doğrudan işine-gücüne başkalarına, 'onlar'a bağlama!
Çoğu zaman alet-edevat düşkünü teknoloji takipçisi yeni edindiği ardı arkası kesilmeyen eklentilerle hayatı kolaylaştıran keşiflerle gayet teknik anlamda ilgilenip onları koleksiyonuna, arşivine ekleyip, bu özelliğiyle toplantılarda sohbetlerde övünürken;
bunları sadece ana amaçlarına yardımcı olarak kullanan -düşünce adamı- bu alet-edevatı kullanarak yazmış olduğu bir yazıya, çekmiş olduğu filme veya dikmiş olduğu bir binaya bakıp hayatın mimarlarından biri olmanın tadını arkasına dayanıp, onu seyrederek çıkarır.
Kimine 'kardeşim' dersin jest yaparsın; hakaret sayar, yandan yandan kıvırır, 'dostum'a fit eder.
Kimine 'dostum' dersin; borçlanmaktan korkar, geri kaçar, yüzünün rengi atar. arkadaşlığa sığınır.
Delikanlı değil artık hiçbir insanoğlu dostum, masama gelirsin adam gibi veya yanıma sokulursun, akrabalığın en babasını görürsün, şaşırırsın!
ama bilirim; sen de onlardansın, belki hemen değil, ama mutlaka sonradan uzaklaşınca yanımdan şüpheler düşer o taşlanmış gönlüne, 'acaba? ' dersin ve uzakta durmaya karar verirsin.
Delikanlı değil artık hiçbir insanoğlu dostum, delikanlı olan zaten bilir bunu. kazmaz kimsenin kuyusunu yandan yandan kıvırmaz...
yine de masam, bağrım hep açık bil bunu!.. yarın öbürgün belki bir ihtimal kendinle buluşursan, emin ol ki beni de arayacaksın!
Evli evsizi, zengin fakiri, eşli eşsizi, sağlıklısı sağlıksızı unutmuş; bu topraklar hayır eder mi?..
Şehir köyü, müdür elemanını, patron çaycısını, odacısını unutmuş. abi kardeşini, yurtdaş yurtdaşı, yalancısı doğrucuyu unutmuş doğrucuların yeri onuncu köy olmuş; bu topraklar hayır eder mi?
Yalayıp yutanı emekçiyi, yaralananlar, aldatılanlar kendilerini defalarca düzenleri unutmuş, tekrar tekrar onlara kucak açmış, sonra kendinden şikayetçi olmuş, kendini unutmuş.
Burada herkes birbirini unutmuş; bu topraklar hayır eder mi?
Doğrusu ben de isterdim dışarılarda koşuştura koşuştura kendi işimi yapmak, mangır üstüne mangır eklemek, havadan havaya girmek, kordon boyu arabayla fink atmak ama artık geç...
çıkıp da sokaklara kendi işimi yapmam için bundan böyle yanıma sıkı kalın bir sopa, bir bayıltıcı sprey, göz yaşartıcı bomba, ve bir makina lazım! düz yürümeyle bitmez artık bu yollar tartaklamayı, alt etmeyi bilmek lazım. çakallarla kuşatılmış vadide korkuturcasına dik durmayı bilmek lazım.
bol alet, makina lazım bize bol!..
İşte bu yüzden halen bir sünepe gibi sessiz emekçiler gibi yorumsuz çalışıp didiniyorum.
Bioenerjiymiş, yogaymış, suda masajmış, aikidoymuş pilatesmış; ben anlamam! bunlar karışık-kuruşuk deyişler, çoğulculuklar... özden uzaklaşırken mum ışığıyla kendini aramalar hem de parayla! ..
Çıkarım dışarı her sabah gün doğumunda Doğa Anayla kucaklaşırım basarım adımlarımı en sağlamından asfalta koşarım adam gibi, terlerim, düşlerim, isteklerim, inancım alnımda başım ileri doğru aklım bedenim zinde dönerim evime mis gibi!
millet dışarıda kendini bulmak için bir damla huzur için yırtınırmış yogalanırmış, pilateslanırmış sağlığı, sporu yatırıma çevirirmiş, ama ruhu bir türlü bulamazmış bana ne! ?..
Belki de gündüzün ışıklarıyla tatmin olmayıp gecenin karanlığında kendine yepyeni meşgaleler aramak uykudan şartlanmışcasına kaçarak anlamdan anlama koşmak daha büyük bir anlam yoksunluğudur?..
belki de gündüzün ışıkları kapanırken gecenin gizemine gözlerini gönül rahatlığıyla kapamak, dünya yükünü bir anda bırakıvermek uyumak daha büyük anlam zenginliğidir?
Hazır zamanın varken şimdi şu boş anında, tecavüze uğramıyorken dimağın, ruhun hemen Allah'a yalvar biraz, yakın, dile, bir şeyler iste O'ndan.
Çünkü sonra yine dalacaksın bu ipe sapa gelmez hayatın ipe sapa gelmez akışına... o zaman yine saniyen olmayacak ne kendine, ne dileklerine, duygu eksiklerine düşünelerine...
sadece ipe sapa gelmez o rüzgara bırakacaksın kendini ve yorulup yorulup pilin bitmiş gibi eve her geldiğinde yine o pek bir şey başarmış zannettiğin köle ruhunla sürünmenin, sisteme hizmet etmenin sanal zaferini hissedeceksin.
yine halin olmayacak bir şeyler düşünüp, dilemeye bile Allah'tan. yine bir sürüngen, yine bir şuursuz rüzgar yine aynı bitişlerde sözüm ona muzaffer bir yorgunluk üzerinde!..
Hazır zamanın varken şimdi şu boş anında, tecavüze uğramıyorken dimağın, ruhun hemen Allah'a yalvar biraz.
Ucuz eleman, ucuz müdür, ucuz yönetim aranıyor ve sonra ortalıkta çaresizce koşan, ağlayan veletler gibi topluca kararan ortak kadere, bu zavallı topraklara bakıp bakıp "nasıl ayaklarımızın altından kaymaz acaba?" diye ucuz ucuz 5 para etmez çareler soruluyor!
Binlerce yeni eklenti, buluş, binlerce, çoğaltılmış ufak ufak araçlar yani -bilgili entellerce- hatta 'tool'lar...
binlerce, ana fikirlerden uzak sadece kolaylaştırıcı aksesuvar tasarımlar, teknik alet-edevat... hızlandırıcılar, takviye ediciler, ölçücüler, biçiciler... hepsini, gelsinler kıçıma anlatsınlar!..
hepsi de sadece ana fikirlere ve ana fikirleri oluşturan krallara birer asker, birer taşıyıcı, birer hizmetçi, taşeron aslında...
ve o en tepelerinde dünyanın aslında sadece hayatı senaryolara alanlar... içerikleri, kaderleri yani fikirleri oluşturanlar... gerisi, o büyüleyici şaşa allamalar, pullamalar, geliştirmeler, sunuşlar, falanlar-filanlar sadece o koskoca anafikirlerin üzerlerine pullu pullu elbiseler ve takviye vitaminler...
Bir yönetici, iş çıkışlarında çalışanların gönüllerinden o dakikada kapıdışarı ediliyorsa, onlara akşamlarında, yemek masalarında, eğlencelik kadehlerinde, sigaralarının dumanlarında, hatta uykularında eşlik etmiyorsa, o yöneticinin gönüllerde yeri yoktur ve en yakın zamanda mekansız kalır.
Çünkü çalışanlar ona hiçbir zaman liderlik vasfını bahşetmemişlerdir.
Onu omuzlarında taşımazlar. En uygun zamanı kollayıp, omuzlarından çukura atarlar.
ve o yönetici liderliğin tadına hiçbir zaman bakamaz.
Tamam artık aşikar bal gibi de kan emiyor bu düzen. Güçsüzün, bağımlının sırtına biniyor inmek bilmiyor. Çünkü sürüngene çevirip güçsüzü kendini ona çektirerek geçiniyor.
Tamam anladık göstere göstere hem de yakın-uzak tanımadan dost-düşman utanmadan bal gibi de kan emiyor bu sistem;
ama bari kan emici kuklalarına biraz olsun edep ve ahlak dersi verse de kanımız emilirken ortalığa saçılmasa yoluyla yordamıyla yapılsa insanlığımızın cenazesi.
Gün içinde yaşadığım sayısız pislik neymiş... müdürüyle, elemanıyla, şoförüyle, oyunuyla, çukuruyla, tökeziyle, türlü çekilmezliği soysuzca adilsiz ortamıyla ne kadar dayanılmazmış; fark etmez...
Hepsini bir çuvala tıkarım kafamda basarım tekmeyi topunun kıçına, gider nereye giderse. Ardından bile bakmam pisliğin hepsi tekdir benim için; fark etmez...
puromun dumanını üflerim gerine gerine keyifle az önce bitmiş pislikle dolu günün arkasından ve rahatlarım.
Gün içinde yaşadığım sayısız pislik neymiş nereye kadarmış, neyimle ilgiliymiş fark etmez... Çakarım puromun ağzına ateşi koyarım tekmeyi o pislik çuvalına; ayırt etmem hangisi incinmiş paso küfürlerim biten günü bakarım keyfime;
Köpekler her zaman evde, sokakta, kaldırımda, bakkalda işte, ofiste, makamda, savaşta tehdit edilmeye layıktır!
Bunu bil misyona sahip çık ve git üzerlerine!..
Köpekler her zaman kendilerinin kim olduklarını ner’den geldiklerini ve senin kim olduğunu hatırlamak tartaklanmak, dürtüklenmek zorundadır!
Bunu bil misyona sahip çık ve tırsma... Yoksa üzerine gelirler sahte hırlamalı cesaretleriyle endişe vermek isterler.
Köpekler her zaman eninde sonunda o sahte cesaretlerinin kolpalığını dışa kusmak ve kendilerini belli etmek zorundadır. Çünkü olmadık yerde hırlamaya kalkarlar sert kayaya çarparlar ve yine de sırıtırlar.
Kim olduğunun ner'den geldiğinin kimlere sırtının dayandığının gücünün, yeteneklerinin neler olduğunun hiçbir önemi yok...
Bir insan ruhen kendine yetmiyorsa bilinç girdileri artık zamana göre onu kurtarmıyorsa sistemi çeşitli alanlarda teklemeye başlar.
İş, aşk, arkadaş ve ev ilişkilerinde, iş halletme ve prosedürlerinde, başarılarında ve insanlara hitaplarında teklemeler başlar.
Bu teklemeler önce düşük seslidir uzaktan duyulmaz. yakındakiler duyar ve rahatsızlanmaya başlarlar.
Günler bindikçe üst üste çökmekte olan sistemi kişinin omuzlarına daha ağır yük oldukça taşıyamaz ve bu gerilimi artık herşeyine yansır.
Teklemenin sesleri bu arada gümbür gümdür olmuştur. bırakın yakını-uzağı ta öteki semptten bile duyulur olur! Bu şehrinse çoktandır böylesi ritmsiz gürültülere karnı toktur.
Şikayetler başlar halktan emekçiden, çalışandan, üretkenden ve en sonunda ya itfaiye gelir ya zabıta gelir ya da asayiş ve apar topar ne olduğunu bile anlamadan çekerler fişini.
Bu şehir'de kim olduğunun ner'den geldiğinin kimlere sırtının dayandığının gücünün yeteneklerinin neler olduğunun hiçbir önemi yoktur.
N'olur seninle o akşamki buluşmamıza o bara daha önce ayaklarında gördüğüm o sivri burunlu, ince topuklu, siyah seksi ayakkablarınla gel.
endamlı vücudunu alabildiğine cazibeli gösteren o dayanılmaz siyahlarla...
geceboyu sadece gönül birliğimizin sıcak ateşinden değil, aklıma binip oturmuş o cazibenden de yanayım ve bunun izinde aptala dönmüş erkek köpekler gibi sana masanın öbür tarafından iltifat üstüne iltifat yağdırayım!..
N'olur seninle o akşamki buluşmamıza o sivri burunlu, ince topuklu, siyah seni daha da bir kadın yapan ayakkablarınla gel.
ve bana elinden geldiğince meydan oku... öyle bir iz bırak ki; erkekliğime, bırak gönül birliğimizin sıcaklığında erimeyi aval aval yandım Allah diye or'dan oraya koşarken bırak evin yolunu zor bulayım...
Birgün bana sorsalar şiir'de kendince nasıl bi tarz yarattın diye; hiç şüphesiz gururla ve övünerek, severek derdim ki; "Şiir'de tehdit, gözdağı, racon ve dayak türünü yarattım!"
övünerek, gerinerek, kibirlenerek ve delikanlı gibi kasılarak aynen de bunu derdim!
Hatta bana bakışını beğenmezsem cevabını aldıktan sonra soran herifin; onun da üzerine bir şekilde giderdim.
Hayatta doğru dürüst yürümesini, onun bunun kuyusunu kazmamasını efendi olmasını üretmesini, çalışmasını hortumculuğa meraklanmamasını yine racon usulüyle tehditle, gözdağıyla, dayakla şart koşardım!
Kalmadı artık kardeşim bu milletin ölçüsü tutanı, engelleyeni. Herkes Teksas'ın Kralı oldu. Herkes kendi çöplüğünün dayısı oldu. Ölçüler fena esnedi, her duruma uyum sağladı. Hak-hukuk suyuna çamur karıştı. Paçalar fena kirlendi.
Bu yüzden birgün bana sorsalar "Şiir'de tehdit, gözdağı, racon ve dayak türünü yarattım!" derdim.
Hem de gerinerek, övünerek soran'a bile parçalayacak gibi bakarak...